23 Aralık 2012 Pazar

Sadece bir kedi

Yüksek, daha yüksek Mahler! Bak, bak! Tam karşında duruyor işte. Karanlık kanalizasyonun içinde yüzen boklar gibi, pis ve değersiz... 

Durgunluğun ve ani patlamaların beni andırıyor Mahler. Birbirimize benziyoruz. Ne kadar aptalca, değil mi? Sikik sıradanlıkla dans ediyoruz. Bu bir ölüm dansı. Bokların yüzdüğü aptal bir kanalizasyonda ölüm dansı, Mahler. Senin ezgilerinin eşliğinde. 

Dayanamıyorum Mahler. Dayanamıyorum.

Günler geçiyor, durduramıyorum. Kedi olmak isterdim Charles. Senin gibi. Sadece yemek, uyumak ve kıçımı yalamak. Ah, Charles... Ne müthiş olurdu.

Kaçmak imkansız. Kaçamam. Yüzen boklardan biriyim. Olmak zorundayım! Hayır, üzerime sinekler konmalı. En pisleri benimle olmalı. Mahler, sen ve ezgilerin dünyayı daha çekilebilir kılmıyor. Bu dünya çekilebilir kılınamaz. 

Yılbaşı yaklaşıyor değil mi? Yılbaşı. Yılın ilk günü, pek tabii kutlanmalı, kutlanmazsa olmaz! Her sabah zangır zangır kurduğu alarma küfür eden, günün belirli saatlerinde o aptal alarmın sesini değiştirerek yüzüne acınası bir gülümseme konduran bir orospu çocuğu için yılbaşının önemi büyüktür. Sadece yılbaşı değil, pek tabii. Piknikler,bayramlar,önemli(!) gün ve haftalar... Eğlencenin dibine vurma  zamanları! Vooooho!

Karanlık. Çok karanlık.

Patronlarının kıçını dolarlarla silmeleri için senelerini vermek zorunda olan insanlar, insanlar.

İnsanlık. Sistem şart, öyle mi baba? 

İnsanlık için.

Bir kedi olmak isterdim Charles. Senin gibi. Sadece yemek, uyumak ve kıçımı yalamak.

Sadece bir kedi.

Kravatını bağlarken aynı zamanda sıçmaya çalışan, zamanı kendisine en büyük düşman olarak bellemiş bir ucubenin ölümü kimi ilgilendirecek?

Ailesini. Arkadaşlarını, belki.

Başka? 

Hayatı pahasına yetişmeye çalıştığı, kıçını olabildiğince hızlı silmeye çalışacak kadar gerginlik yaratan o aptal işinin patronu nasıl yorumlayacak olası bir ölümü?

''Ödeme zorunluluğunun kalktığı bir sağlık sigortası.''

Bu kadar.

Boş.

Boşluğu yaşamak için geldik.

Boşluğun içinde yok olacağız.

Sadece bir kedi, Charles.

Sadece bir kedi.



17 Aralık 2012 Pazartesi

Karanlık masumiyet

Saflık.

Beyazın en derin tonlarında bir iyilik...

Salıncak, rutin 'gel-git' eylemini tekrarlarken; ortaya çıkan yüksek sesli gıcırtı içimi dinlememi kolaylaştırıyor.


Gözlerimi kısıyorum. Dikkatli olmalıyım, dikkat! İçinde bulunduğum bu parkı, en temizlerle; en 'saf' olanlarla' paylaşıyorum.

Çocuklarla.

Gözümün tek bir şeritmiş gibi görünmesini sağlayan ufak kaslarım, yönetimimden azat ediyorlar kendilerini. Büyüyorlar. Ateşler çıkıyor. Ateşler.

Nefret.

'Gücü' rakipsiz, kesinlikle rakipsiz bir şekilde kullanabilen; en azılı, en kararlı duygu.

Nefret.

Güzel yaratılmış şeyler -pek tabii güzel ve çirkin yaratılmış şeyler vardır, pek tabii vardır canım- nefretin daha net hissedilmesi için varoluyorlar. Tek sebebi bu.

'Başladın yine.' 

Konuşuyor içimdeki ses. İçimde bir ses olduğu gerçeğini kabullenmem saatlerimi alacak. İçimdeki ses; akıl sağlığımı sorgulamamı sağlayan; ŞARKIMI söylemek için kullandığım yegane ilham kaynağım.

Ufak kıkırdamam kendisini kumların içerisinde kaybetmiş, ağzındaki tükürüklerin hangi rotayı izleyerek saçıldığını zerre umursamayan çocuğun dikkatini çekiyor.

Tek bir bakış.

'Sen, kıkırdayamazsın. Sen çocuk değilsin ki. Bu işte bir terslik var.' bakışı.

HOHOHOHO! Bakışlar konuşabiliyor, evet! Konuşmak için yaratılmış olan yegane organı kullanmadan konuşabilmek gerçekten müthiş bir haz kaynağı...

'Tek yapabildiğin bu. Aptal sosyolojik deneylerin ve çözümsüz sonuçların. Çocuk değilsin. Deli misin? Belki. Özgürlüklerini ellerinde bulunduran iki topluma da dahil değilsin, en azından böyle görünüyor. Toplum senin önünü açmayacak. Kimse senin saçma sosyolojik tespitlerinle ilgilenmiyor.'

Çok konuşuyor.

Şu içimdeki ses. İçimdeki ben.

Göz kaslarım yine iş başındalar. Kısıyorum gözlerimi. Bakıyorum masumiyetin bu salak çocuk parkındaki beyaz yansımasına.


''Ne görüyorsun?''

'Ses'le konuşma sırası bende. 

'Masumiyet temsilcileri görüyorum. Korkulardan, sınırlardan, saçma salak hırslardan arındırılmış; saf duygular görüyorum.'

Gülümsedim. ''EVET SALINCAKTAKİ PEMBE YANAKLI ÇOCUĞUN ANNESİ, GÜLÜMSEDİM! KARŞINDAKİ BANKTA KENDİ KENDİNE GÜLÜMSEYEN BİR DELİ VAR. İÇİNDEKİ, FOTOSENTEZ YEMİŞ APTAL BİR BİTKİ GİBİ COŞAN SALAK TEDİRGİNLİĞİNİ HER HÜCREMDE HİSSEDİYORUM.'' nidalarını temsilen keskin bir bakış atıyorum malum 'bayana'.

Anlamıyor gibi.

Hayır hayır, anlamıyor.

İçimdeki ses, o da anlamayacak.

Gülümsemem aniden duruyor. Tiyatral örnekleri anımsıyorum. Aniden gülümseyen ve aniden hüzünlenen ürkütücü paylaçolar. 'Küçükken hep paylaçolardan korkardım' klişesine dahilim. Peh!


''Demek, gördüğün şey en beyazından bir masumiyet, ha? Salıncağın yanındaki kaydırağı görüyor musun? İçinde kayan şu esmer çocuğa bak. Yirmi yıl sonra olası torununu sikip, zamanının 'ilim irfan yuvası'nda seks hikayesi fetişi arkadaşlarına anlatacak. Detaylı detaylı. Abarta abarta. Şuradaki kıza bak, evet; sarışın olan. Yine bundan yirmi-otuz sene sonra üzerine sıçılmasından hoşlanan kaliteli bir koprofil olacak. Masumiyet, ha? Masumiyeti sikeyim. Hiçbir zaman ateist olamayacağım, bunu sen de biliyorsun. Bilmen gerekiyor. Ben Tanrı'ya inanıyorum ve O'ndan nefret ediyorum. Senden de nefret ediyorum. Şuradaki aptal salıncaktan, yürüyüp sikik sisteme dahil olmamızı kolaylaştırmak amacıyla yapılan kaldırımlardan,aptal mutfağımın duvarındaki rezil kaşıktan da nefret ediyorum.''


Bu sefer anlayacak. Anlamalı.

Ellerimin ve saçlarımın buluşmasından ciddi bir 'huzur' dalgası yükseliyor göğe karşı. Yanımdaki yaşlı ağacın üzerime çullanmaya yüz tutmuş dalı 'böyle yapma' dercesine bakıyor bana. Kaldırmış kaşlarını. Suçlu gibi hissetmemi istiyor. Siktir ediyorum. Ağacı, dalları, göz ucuyla kuşku dolu bakışlarını makinalı tüfek gibi yollayan, salıncaktaki aptal, potansiyel koprofil adayının annesini... Müthiş bir güce sahip ruhumu; rezil bir bedene yerleştirerek yapılabilecek en büyük şakayı yapan Tanrı'yı, hepsini. Herkesi.

'Ben gidiyorum' diye bağırıyor Güneş. E git madem.

Ben de giderim. Gideyim madem.


Adiós!




6 Aralık 2012 Perşembe

Mutluluk

Güçlü ve kararlı yağmur damlalarının; karanlığın en kuytusunun, en dibinin, en yarasalısının olduğu yerde bile cesaretlerini yitirmemiş olmaları yüzümdeki ufak gülümsemeyi doğurdu.

Yüzümdeki ufak gülümseme.

Doğurdu.

Yüzümde bir çok şey doğduğunu fark ediyorum. Ufak ve büyük.Gülümsemeler,gülümsememeler,pek tabii ki şaşırmalar ve hüzünler.

Doğuyorlar.

Sahte. Hepsi sahte.

Nedir beni gülümseten? Mutlu olma durumu mu?

Mutlu olma durumu...

''Bütün özlemlere eksiksiz ve sürekli olarak ulaşılmaktan doğan kıvanç durumu.''

Böyle diyor Türk Dil Kurumu. Dilimizi müthiş(!) bir özveriyle koruyup kollayan, yıllardır kıçını yırta yırta çalışan bu yüce kurum; mutluluğu böyle tanımlamış.

Kıvanç durumu.

''Melatonin, serotonin ve endorfin hormonlarının yoğun bir şekilde salgılanması durumunda ortaya çıkan durum''

Bu da çok sevgili bilim insanlarının tanımı.Çok sevgili bilim insanları ve kendilerini bazı değerleri korumaya vermiş olanların savaşı... Çok örneği var. Çok komik örnekler.

Peki, 'cidden', nedir mutluluk? Nasıl mutlu olunur?

Omzumu tüm erkekliğiyle(?) sarsan, uzun paltolu, adeta bir 'Turkish Sherlock Holmes' tek bir nezaket örneği göstermeden yoluna devam ediyor.

'Puf.'

Dağıldı. Dağıldım. Tarlabaşı çok siyah, çok ıslak. Islak hamburger? Belki.

Belki yanında en köpüklüsünden bir ayran.

Belki,

mutluluk.