Saflık.
Beyazın en derin tonlarında bir iyilik...
Salıncak, rutin 'gel-git' eylemini tekrarlarken; ortaya çıkan yüksek sesli gıcırtı içimi dinlememi kolaylaştırıyor.
Gözlerimi kısıyorum. Dikkatli olmalıyım, dikkat! İçinde bulunduğum bu parkı, en temizlerle; en 'saf' olanlarla' paylaşıyorum.
Çocuklarla.
Gözümün tek bir şeritmiş gibi görünmesini sağlayan ufak kaslarım, yönetimimden azat ediyorlar kendilerini. Büyüyorlar. Ateşler çıkıyor. Ateşler.
Nefret.
'Gücü' rakipsiz, kesinlikle rakipsiz bir şekilde kullanabilen; en azılı, en kararlı duygu.
Nefret.
Güzel yaratılmış şeyler -pek tabii güzel ve çirkin yaratılmış şeyler vardır, pek tabii vardır canım- nefretin daha net hissedilmesi için varoluyorlar. Tek sebebi bu.
'Başladın yine.'
Konuşuyor içimdeki ses. İçimde bir ses olduğu gerçeğini kabullenmem saatlerimi alacak. İçimdeki ses; akıl sağlığımı sorgulamamı sağlayan; ŞARKIMI söylemek için kullandığım yegane ilham kaynağım.
Ufak kıkırdamam kendisini kumların içerisinde kaybetmiş, ağzındaki tükürüklerin hangi rotayı izleyerek saçıldığını zerre umursamayan çocuğun dikkatini çekiyor.
Tek bir bakış.
'Sen, kıkırdayamazsın. Sen çocuk değilsin ki. Bu işte bir terslik var.' bakışı.
HOHOHOHO! Bakışlar konuşabiliyor, evet! Konuşmak için yaratılmış olan yegane organı kullanmadan konuşabilmek gerçekten müthiş bir haz kaynağı...
'Tek yapabildiğin bu. Aptal sosyolojik deneylerin ve çözümsüz sonuçların. Çocuk değilsin. Deli misin? Belki. Özgürlüklerini ellerinde bulunduran iki topluma da dahil değilsin, en azından böyle görünüyor. Toplum senin önünü açmayacak. Kimse senin saçma sosyolojik tespitlerinle ilgilenmiyor.'
Çok konuşuyor.
Şu içimdeki ses. İçimdeki ben.
Göz kaslarım yine iş başındalar. Kısıyorum gözlerimi. Bakıyorum masumiyetin bu salak çocuk parkındaki beyaz yansımasına.
''Ne görüyorsun?''
'Ses'le konuşma sırası bende.
'Masumiyet temsilcileri görüyorum. Korkulardan, sınırlardan, saçma salak hırslardan arındırılmış; saf duygular görüyorum.'
Gülümsedim. ''EVET SALINCAKTAKİ PEMBE YANAKLI ÇOCUĞUN ANNESİ, GÜLÜMSEDİM! KARŞINDAKİ BANKTA KENDİ KENDİNE GÜLÜMSEYEN BİR DELİ VAR. İÇİNDEKİ, FOTOSENTEZ YEMİŞ APTAL BİR BİTKİ GİBİ COŞAN SALAK TEDİRGİNLİĞİNİ HER HÜCREMDE HİSSEDİYORUM.'' nidalarını temsilen keskin bir bakış atıyorum malum 'bayana'.
Anlamıyor gibi.
Hayır hayır, anlamıyor.
İçimdeki ses, o da anlamayacak.
Gülümsemem aniden duruyor. Tiyatral örnekleri anımsıyorum. Aniden gülümseyen ve aniden hüzünlenen ürkütücü paylaçolar. 'Küçükken hep paylaçolardan korkardım' klişesine dahilim. Peh!
''Demek, gördüğün şey en beyazından bir masumiyet, ha? Salıncağın yanındaki kaydırağı görüyor musun? İçinde kayan şu esmer çocuğa bak. Yirmi yıl sonra olası torununu sikip, zamanının 'ilim irfan yuvası'nda seks hikayesi fetişi arkadaşlarına anlatacak. Detaylı detaylı. Abarta abarta. Şuradaki kıza bak, evet; sarışın olan. Yine bundan yirmi-otuz sene sonra üzerine sıçılmasından hoşlanan kaliteli bir koprofil olacak. Masumiyet, ha? Masumiyeti sikeyim. Hiçbir zaman ateist olamayacağım, bunu sen de biliyorsun. Bilmen gerekiyor. Ben Tanrı'ya inanıyorum ve O'ndan nefret ediyorum. Senden de nefret ediyorum. Şuradaki aptal salıncaktan, yürüyüp sikik sisteme dahil olmamızı kolaylaştırmak amacıyla yapılan kaldırımlardan,aptal mutfağımın duvarındaki rezil kaşıktan da nefret ediyorum.''
Bu sefer anlayacak. Anlamalı.
Ellerimin ve saçlarımın buluşmasından ciddi bir 'huzur' dalgası yükseliyor göğe karşı. Yanımdaki yaşlı ağacın üzerime çullanmaya yüz tutmuş dalı 'böyle yapma' dercesine bakıyor bana. Kaldırmış kaşlarını. Suçlu gibi hissetmemi istiyor. Siktir ediyorum. Ağacı, dalları, göz ucuyla kuşku dolu bakışlarını makinalı tüfek gibi yollayan, salıncaktaki aptal, potansiyel koprofil adayının annesini... Müthiş bir güce sahip ruhumu; rezil bir bedene yerleştirerek yapılabilecek en büyük şakayı yapan Tanrı'yı, hepsini. Herkesi.
'Ben gidiyorum' diye bağırıyor Güneş. E git madem.
Ben de giderim. Gideyim madem.
Adiós!