17 Şubat 2013 Pazar

Grinin Kederli Tonu(!)

Yağmur yavaş yavaş akıyordu. Grinin yoğunluğunu hissettiği ufak odasının kirli camından izliyordu Tanrı'nın palet izlerini. Of çekerek çıkardığı hastalıklı bulutun griye karışmasını tanıdık bakışlarla izledi.

Küfür etti.

Gözleri utanç yüklü anlamlarla sağ tarafındaki ufak palmiyeye döndü. Bitkiler duyabilirler miydi? Küfür yasak. 

Şeytan'ın esiri olmamalıydı.

Oysa, bu düşünce uzun zamandır çok seksi gelmeye başlamıştı. Özellikle, grinin; Tanrı'nın favori rengi olduğunu anladığı günden beri.

Etrafına bakındı. Arkadaşlarının çoğu ölmüştü. Duvarlardaki karanlık yarıklar, çok fazla hatıra saklıyorlardı. Gözleri ilişti, griye beyaz katan; yağmurla ıslanmış leylakların ardından, salınarak gelen siyaha.

Renklerden nefret ediyordu.

''Bu aramızda kalsın, ufak palmiye. Aramızda kalsın.''

Hiddetini kırbaçlamak zorlaşıyordu. Hiddet, kırbaç darbelerine karşı bağışıklık kazanmıştı.

''Siktir git! Siktir git! Siktir git!''

Sağ ayağını palmiyeye salladı ve 'çat!'. Oyun bitti. Ahşap kapının ardındaki ayak seslerinin yankısını ta beyninde hissediyordu. Sarıldı, annesinin yıllar önce verdiği ufak; haç şeklindeki kolyesine. 

Sarıldı,

annesine.

***

Yağmur durmuştu. Toprağın nemle karışık kederli kokusu paçalardan içeri süzülüyordu. İnsanlar koşuyorlardı. Gri, her yerdeydi. Bağırmak geliyordu içinden. Beyninin içinde bir embriyo gibi büyüyen ayak sesleri, kendisinin alt kattaki 'cezalandırma yeri'ne atılmasına yol açmıştı.

Palmiyelere ettiği nefreti ileride kanlandıracağından emindi.

'St. Edward Çocuk Esirgeme Kurumu' bugün çok 'griydi'.

Çığlıklar, ah, çığlıklar...

Eğer bir insan olsaydı, nevrotik kadınlardan hoşlanırdı. Binlerce euroluk şampanyasını kristal kadehe koyan hizmetçiye 'hıh'layarak tatmin ederdi zenginciliğini. Kolundaki nevrotik kadınla, binerlerdi milyon dolarlık Bugatti'lerine.

Demir kapı açıldı.

'Çat!'

Bir kuru ekmek, biraz da su. 

Gülümsedi.

Dişlerine sarı rengi veren iğrenç plakaları diliyle yokladı. Ellerine baktı. Kirli yanaklarından akan 'annesini', kırık kadehle birlikte içti.

Merak etme anne, çabuk sindirileceksin.

Soğuk, ve belki biraz kasvet. Belki biraz 'şeytan'. Belki biraz 'Tanrı'.

Daha çok zamanı olduğunu düşündü. Yer altındaydı. Yerin altında. Sıcakla soğuğun savaşında. Gözyaşlarının annelere, kırık kadehlerin kristallere, kuru ekmeklerin sushilere dönüştüğü yerde.

Kaldırdı kafasını. Kalbinin karanlık orkestrası tınılarını yükseltmişti. Açtı ellerini, sıktı yumruklarını. 

Eridi, eridi, eridi...

Demir kapının ardındaki, anlamsız kahkahaları anlamlandırmaya çalışan gerizkalı, sadece dinledi. Kıstı gözlerini elindeki telsizi masasına koyarken.

Anlayamadı, grinin kölesinin gürültülü kahkahasını.

Anlayamadı, hayatın 'gri' olduğunu.