25 Mart 2014 Salı

Dum-'an'-ı

Aradı, buldu. 

Bir tane aldı, yaktı.


Karanlık. Beyaz. Duman.


Yumdu. Açtı.


Başladı:



''İki-üç sene önce bir süre bir şehirde yaşadım. Uzun süreli sayılabilecek bi' kadından ayrılmıştım ve hala da anlamlandıramadığım bir vicdan çığlığı peşimi bırakmıyordu. Bir canavardı. Aşk, tabii. Aynı ticari bir antlaşma gibi, kazanımlardan beslenmek bir yana; bazen duyguları bile yıkarak kendi varoluşunu besleyen bütün değerlere (ya da değersizliklere) rest çeken bir 'canavar'. Nitelikli gördüğüm varlığım bu yas süresini pek tabii likide etmeliydi.




Neyse.




İç fırtınalarımı sona erdirmek ya da sürdürmek için bir değişikliğe ihtiyacım vardı. Oraya gittim. Arkadaş falan. Tahmin edilebileceği üzere, üç gün sarhoş gezdim. Kırılmış bir tüp gibi kendimi boğazlıyor ve beynimin erekte olmasını bekliyordum. Bu tatlı nekahet süresini keyifle oynuyordum. Neden olmasındı? 




Birkaç günün ardından 'arkadaş' kafamın dağılması için bir bara iki-üç hatun çağırdı. Çiftler halinde takılacaktık (tabii bu hatunlara söylenen kısmı idi). Kendime hakim olmam öğütlendi. Sebep? Basit. Kolay hatun. Sabırlı ol, suyuna git, azıcık zihnini döv, salaklığa geçit ver, siktir et soneleri(!) *faydasız ulan bunlar*  ete ihtiyacın var! Et! Kuralına göre oyna, ve…



Kız mekana geldiğinde çoktan çakırkeyif olmuştum. Nasıl tarif etmeli… Minyon, parlatıcı sürmüş dudaklarını erkekliğinizle tanıştırmak isteyeceğiniz, dürüst olmak gerekirse güzel ve güzel olduğu kadar da 'yapay' bir yaratıktı. 'Arkadaş' tanıştırdı. Hoş gibiydi. Müzik,kadın,içki… Süre geçti. O'nun bu ilgisi üzerindeki basit egosu ile vücudunu teslim edeceği doğru sperm arasında salınan ikiyüzlü orospuluğunu  mekandaki diğer tüm kadınlardan ayıran müthiş salaklığını henüz fark ediyordum. Sormadım, tabii; lakin büyük ihtimalle kel erkeklerden hoşlanıyordu. Arabalardan, ataerkil güçten, kız kıza karaoke barlara gidip sikik renklerdeki kokteyllerden içip erkekleri süzmekten, ertesi gün içtiği sikik renkli kokteylleri bire BİN katarak anlatmaktan hoşlanıyordu. O'na Pan ve Echo'nun hikayesini anlatabilirdim. Ama büyük bir olasılıkla ''hauhahaha, çok iyiymiş yaa!'' derdi orospu. Gerek yoktu. Hem de hiç.

Aynı masada oturmak güçleşiyordu. Tanrım, çok çekilmezdi. Tanrının var olmamasından bile daha çekilmez. Belki.

Eve vardık. İçeriye girdiğimde içimdeki vicdanı savaşın, sarhoşluğun, aptallıkla yoğrulmuş hüznün tiksinçliğinin ve bacak damarlarımın savaşamadığı bir devrilmenin eşiğindeydim. 

Tok! Uykuyla karışık hayat. Saatlerce…

Şimdi bu anlattıklarıma baktığımda, bir kadına 'acımak' gibi büyük bir yükle gittiğim o yerde nekahetimi tamamladım. Bu kadar uzun anlatmama gerek bile yok çünkü her şey o gece bitmişti. O kadar iğrenç bir durumdaydım ki, bunu görmeden ölmek olmazdı… Zaten, insan; eline bir bok parçası verilmeden iğrençliğin kelime anlamını tam olarak kavrayamaz. 

Ve ben,

o gece,

ayrıldığım kadınla ilgili duyduğum -mantık ve anlamdan tamamen uzak- duygusal eziklik, salak bir kadının egolarıyla savaşma ve alkol içinde kalmıştım.

Aslında, dönüp baktığımda, bu kadar kolaydı. Basit. O gece benim en doğrularımdan biriydi. En doğrularım.

Ama yine de,

bazen, düşününce;

*ki fazla düşünüyorum*

belki de O'na cüzdanımdan söz etmeliydim. 

Bilemiyorum, tabii.''