Hayat için ürettiğimiz tüm sihirler bizi gerçeklikten ve tanışma süreçlerinden uzaklaştırıyorlar. Sihirlere olan bu köklü düşkünlüğümüz, gözlerimizi kapkaranlık bir forma sokuyorlar.
Tüm gözlerimizin karanlığa meyil etmesiyle alakalı ne gibi problemler olduğunu sorguluyor olabilirsiniz. Yarattığımız 'sihir' dünyası da dahil olmak üzere, karanlığa (fıtratı sağolsun) sürekli olarak olumsuz değerler yüklüyoruz. İnsanoğlunun eğilimi bilinmezliği, açıklanamayanı ve anlamlanamayanı yüceltmek ya da düşman bellemektir. Bu eğilim pek tabii doğal gerekçelerle sebeplendirilebilir.
Karanlık, ölüm, bilinçdışı ve tüm bu bilinmezlikleri aşmanın yegane yolu gözlerimizi yeniden yapılandırmamız noktasındaki kararlılığımızdır. Oysa ki tam olarak yapılanmış ve bizi bir çok anlamsızlıktan kurtaracak bir 'göz', çoğu zaman işimize gelmiyor. Bahsettiğim şu sihir meselesi tam olarak burada devreye giriyor. Hissettiğimiz sözde duyguların tatmini arttırmak için bilumum sihire sarılıyoruz.
Bir anlamı varmış gibi.
Oysa ki tatmin odaklarımızın üzerine daha fazla düşünmek ve tüm neden sonuç ilişkilerini irdelemek, yeni ve yapılanmış bir göze olan ihtiyacımızı arttırabilir. Yalanlardan kurulu tatminlerin bu kadar popüler olması, çıplaklığın bedellerinin ağır olmasıyla alakalı. Aptal bir güvenlik açlığı, tekdüzeliğin sakinliği ve keşfin hazzının ödülün hazzıyla yarışamıyor oluşu...
Sanki bir anlamı varmış gibi.
Söylev ve zihin arasındaki tehlikeli ilişki, kontrol edilemez seviyelere geldiğinde; söylev, zihnin tüm hakimiyetini eline geçiriyor. Kendimizle oynadığımız bu aptal sahip-köle oyununu kırmak, parçalamak ve hatta kanını akıtmamız gerekir!
Sihirlerin üzerine tükürüp saf ve çizilmemiş olanı arzulamak, beraberinde yeni tatmin odakları getirecektir.
Az sihir, daha fazla kan. Daha fazla kan, daha fazla farkındalık. Daha fazla farkındalık, yeni ve yapılanmış yeni bir göz.
